"Bitkisel Kozmetik"

Budha'nın Ontolojisinde Boşluk ve Bilgelik

Dr. Aleksi

10/30/20254 min oku

Budha'nın Ontolojisinde Boşluk ve Bilgelik

Buda’nın tanrı değil, insan olduğunu akılda tutmak gerekir. Buda’ya tanrı olup olmadığı sorulduğunda o sadece “uyanmış” olduğunu söylemekle yetinmiştir. Buda “uyanık olan”, “aydınlanmış” anlamına gelmektedir. ..... O; bir ağacın altında meditasyon yaparken “aydınlanmış” ıstırabı nasıl kendi zihinlerimizde oluşturduğumuzu ve bunu nasıl yok edebileceğimizi görmüştür.

Duygunun Kaynağına İnmek

Buddha’yı kusursuz kişiyi bırakıp, dostu Govinda’yı geride bırakıp koruluktan ayrılan Siddharta o zamana kadarki kendi yaşamını da koruda bıraktığını ve bu yaşamın kendisinden koptuğunu hissetti. İçini tümüyle dolduran bu duygunun üzerinde düşündü, ağır ağır yürüyüp giderken. Derin derin düşündü bu duygunun ta dibine, nedenlerin bulunduğu yere kadar indi, çünkü düşünmek nedenleri bilip tanımak demekti. Ancak bu yolla duygular bilgilere dönüşür ve yitip gitmeyerek bir varlık kazanır, içlerindeki özü ışıyarak çevrelerine yansıtırdı.

Kendinden Kaçanlar

Ve dünyada kendim kadar az bildiğim başka hiçbir şey yok. Kendi hakkımda hiçbir şey bilmeyişim, kendimin bana böylesine yabancı, böylesine bilinmez kalışı bir nedenden, bir tek nedenden kaynaklanıyor: Kendimden korkuyordum çünkü, kendimden kaçıyordum! Atman (öz benlik)’ı arıyor, Brahman (evrensel öz)’ı arıyordum; Ben’imi parçalara ayırmak, kabuklarından birer birer soyup almak, bilinmedik özünde tüm kabukların çekirdeğini, Atman (ben)’ı, yaşamı, Tanrısal’ı o en son nesneyi ele geçirmek istiyordum. Ama bunu yaparken kendimden oldum.

Sistemin İçinde Kaybolan İnsanlık

Bütün bu insanlarla konuşmanın, onlarla bir arada yaşamanın, onlardan bir şeyler öğrenmenin ne kadar kolay üstesinden gelirse gelsin, arada kendisini onlardan ayıran bir şey bulunduğunun açık seçik farkındaydı. Çalışıp didindiğini görüyordu onların; karşılığında ödedikleri ücrete hiç de değmeyecek nesneler uğruna, para pul, küçük hazlar, küçük payeler uğrunda acı çektiklerini, saçlarını ağarttıklarını görüyor, birbirlerine veriştirip hakaretler yağdırdıklarını, bir Samana’nın gülüp geçtiği ıstıraplardan dolayı ah vah ettiklerini, bir Samana’nın hiç duyumsamadığı yokluk ve yoksunluklardan etkilendiklerini görüyordu.

Sistemin İçinde Kaybolan Siddharta

Yorgunluk bir tül, ince bir sis gibi yavaş yavaş üzerine çöküyordu Siddharta’nın, günden güne biraz daha yoğunlaşıyor, aydan aya biraz daha bulanık, yıldan yıla biraz daha ağır oluyordu. Yeni bir giysi zamanla nasıl eskirse, zamanla güzel rengini yitirir, üzerinde lekeler belirir, buruşup kırışır, etek uçları örselenir, kimi yerlerde tatsız püsküller oluşursa Siddharta’nın yaşamaya başladığı yeni yaşam da eskimiş, yıllar geçtikçe rengini ve parlaklığını yitirmiş, üzeri lekelenip buruşukluk ve kırışıklarla kaplanmıştı. Aslında henüz gizli saklı olmakla beraber sağda solda düş kırıklığı ve tiksinti, şimdiden başını uzatmış, bekliyordu. Ama Siddharta farkında değildi bunun. Fark ettiği tek şey vardı, eskiden içinde uyanıp kendisine en güzel günlerinde izleyeceği yolu gösteren aydınlık ve güvenilir sesin susmuş olmasıydı.

Duygu ve Düşüncelerin Ötesinde Özbenlik

Atman (öz benlik) olduğunu, Brahman (evrensel öz) gibi aynı sonsuz tözden yaratıldığını çoktan biliyordu. Ne var ki bu özbeni gerçekten bulamamıştı bir türlü, çünkü onu düşüncelerin ağıyla yakalamaya çalışmıştı. Bedenin özben olmadığı, duyuların oyununun özben olmadığı nasıl kesinse düşünceler de, akıl da, öğrenilen bilgelikler de, bir düşünceden sonuçlar çıkarma ve yeni düşünceler üretme becerisi de özben değildi. Hayır, düşüncelerin dünyası da özben’in uzağındaydı, duyuların raslantı niteliği taşıyan Ben’ini öldürüp düşüncelerin ve bilgeliklerin raslantı niteliğindeki Ben’ini beslemek de hedefe götürmeyecekti. Her ikisi de, gerek düşünceler, gerek duygular hoş şeylerdi, en son anlam her ikisinin arkasında gizliydi, her ikisine de kulak vermek, her ikisiyle de oynamak gerekiyordu, ikisi de küçümsenmemeli ya da abartılmamalıydı; yapılacak şey, her ikisine de kulak verip Ben’in gizli seslerini yakalamaktı. Seslerin kendisinden istemediği hiçbir şeyin peşinden koşmayacak, seslerin kendisine salık vermediği hiçbir şeyle oyalanmayacaktı.

Kararlılık

Diyelim suya bir taş attın, en kısa yoldan suyun dibine iner. Kendine bir hedef belirledi, kafasına bir şey koydu mu Siddharta da farklı değildir. Taş nasıl suyun içinde yol alırsa, o da dünyadaki nesler içinden yol alıp gideri bir şey yapmaksızın, kılını kıpırdatmaksızın, bir şey çekip götürür onu; düşecek oldu mu koyuverir kendini, düşer. Belirlediği hedef kendine çeker onu, çünkü hedefinden onu alıkoyacak hiçbir şeyin ruhundan içeri sızmasına izin vermez.

Aramak

“Sana ne söyleyebilirim ki, saygıdeğer kişi? Olsa olsa kendini aramaya fazla verdiğini mi? Aramaktan bulma fırsatını bir türlü yakalayamayacağını mı? Bir kimse arıyorsa, gözü aradığı şeyden başkasını görmez, bir türlü bulmayı beceremez, dışardan hiçbir şeyi alıp kendi içine aktaramaz, çünkü aklı fikri aradığı şeydedir hep, çünkü bir amacı vardır, çünkü bu amacın büyüsüne kapılmıştır. Aramak bir amacı olmak demektir. Bulmaksa özgür olmak, dışa açık bulunmak, hiçbir amacı olmamak. Sen, ey saygıdeğer kişi, belki gerçekten arayan birisin, çünkü amacının peşinde koştuğundan hemen gözünün önündeki bazı şeyleri görmüyorsun.”

Hiç kimse bir başkasını arındıramaz. İyiliği, kötülüğü, mutluluğu dışarda aramayın, saflık ve kirlilik kişinin kendisine bağlıdır. Hayattaki gölgelerin çoğu, kendi ışığının önünde durmaktan kaynaklanır. Egonu yenerek bul kendini, yabancılığın olduğu yerde hep dilsiz bir sessizlik vardır. Sessizlikte tanı kendini...