"Bitkisel Kozmetik"

Neden Yaşlanıyoruz?

Dr. Aleksi

10/27/20256 min oku

Neden yaşlanıyoruz? Bütün bilim dünyası bunu senelerdir soruyor. Yaşlanmak zorunda mıyız diye de devam ediyor, hatta insanların bir kısmı diyor ki, yaşlılık bir hastalıktır... Biz doktorlar bunu tedavi edebilir miyiz acaba diye kendimize soruyoruz, Cevabı da çok uzun, çünkü pek çok farklı bilim dalı ve bilim insanı çalışıyor... Şimdi öyle bir yere geldik ki, herkes birbirinin ne yaptığından haberdar ve dolayısıyla konuşulunca, ne cevaplara yaklaştık niye yaşlanıyoruz ile ilgili yıllardır değişik konferanslar yapıldı, çok tartışıldı Önce 9 sebepten yaşlandığımızı düşündük, sonra 10 oldu 11 oldu... En basit haliyle oksijen kullandığımız için yaşlanıyoruz, ama bu oksijen kötüdür anlamına gelmez, ama bütün karbon bazlı (protein, karbonhidrat, yağlarla şekillenen) canlılar, oksijenle temas ettiklerinde, o kişiler okside oluyor -demirin paslanması da böyle bir şey-. Yaşamak için enerji üretmek zorundayız, bunu için de oksijene bağımlıyız. Oksijen işini yaparken serbest radikaller oluşuyor ve okside oluyoruz, bir yandan yıpranıyoruz, yani paslanıyoruz,..

Okside olmadan da yaşayabilir miyiz? Oksijeni kullanıyor olmamızın sebebi, gelişmiş varlık olduğumuz için. Enerji üretmenin temeli yanma, oksijensiz ortamda yanma olmuyor, yani hücrelerimiz oksijenle reaksiyona girdiğinde 32 ATP enerji molekülü üretirken, oksijensiz enerji üretiminde sadece 2 ATP molekülü üretilebiliyor. İnsan ve diğer memelilerde yaşamın sürdürülebilmesi için, 'entropi'ye karşı daha yavaş yıpranmak için, çok enerji gerekiyor. Bu nedenle; gelişmiş canlılar oksijenli solunumla enerji üretmek zorunda. Oksijenin besinleri yakmasıyla aslında ısı ve enerji elde etmek söz konusu, ısı enzimlerin kullanılması gereken ve ATP dediğimiz enerji molekülünün üretilmesi zorunluluk oluyor. Aslında oksijenin amacı bu, yani akciğer için değil, yiyecekleri yakabilmek, enerji üretebilmek için, niye buna ihtiyaç var? Çünkü geriye döndüğünde oksijeni kullanmayan zamanlardaki ki, hâlâ bunu yapan daha primitif (basit, ilkel) canlılar var. Oksijensiz enerji üretiminde daha az verim oluyordu, dolayısıyla da enerji olmayınca da komplike sistemler gelişemezdi. Evet daha daha komplike kompleks canlılar olamazdı, evrimin bu aşamasında gelişmiş canlılar olarak, bizler bir bedel ödedik, komplike canlılar olma yolunda devam ederken, biz bunun için bir hayatta kalma olanağı bulmamız gerekiyordu. Çünkü her şey entropi olarak dağıtılacak, anti-entropi de iyi enerjin varsa, bozunuma direnirsin. Çünkü bütün vücudu düşünürsek, bir kalıbın içinde bir hücreyi düşünürsek, o da bir yuvanın içinde onun içindeki organeller de aslında harmoni yapmak zorunda. Yani hem kendi işini yaparken, hem diğerleriyle iletişim, işbirliği içinde olmak zorunda. İşin özeti yaşlanma hayatta kalmanın pazarlığı, yani bir yıpranma süreci var ve yaşlılık hayatta kalmak için verdiğimiz bir taviz, bir canlının hayatta kalmak için bir nevi doğayla yaptığı pazarlığın adı yaşlanmadır. Ancak doğada bazı canlılar yaşlanmayabiliyorlar. 530 Yıl yaşayan kabuklu deniz canlıları var, deniz anaları var bazı mikroskopik canlı türleri var, fakat bunlar kompleks canlılar değil, basit ilkel formlar. Yani memeli değiller evrensel girdi-çıktı süreçlerinde, besin, oksijen vs vücuda (sisteme) giriyor, enerji üretiliyor, ihtiyac olan moleküller oluşturuluyor. Yani toksik yan atık ürünler de meydana geliyor ve canlı bunları detoksifiye ediyor, yoğun ve kompleks hareket yeteneği var. Eğer basit canlılar olarak kalsaydık hücrelerimiz bunları yapamazdı. Mesela kanser hücresi de çok basit ilkel bir hücre. genel olarak oksijeni kullanmadan ATP üretiyor ve çok belli işler yapıyor sürekli bölünüyor (çoğalıyor) ve diğer sağlıklı hücrelerde üretilen enerjiyi kullanıyor enerji vampiri oluyor. Bir vücut bütününü parçası ve komplike olduğunu unuttuğu için ilkel primitif programa geri dönmüş oluyor ve hayatta kalmak için etrafını sömürerek, sadece kendini düşünerek, çoğalarak kendi sonsuzluğuna gidiyor. Halbuki komplike canlılıkta, senin çoğalman benim işime gelirse, sen bana uygunsan, buna müsaitsin. Yani burada bir karar vermek zorunda komplike sistem. Sisteme uygun olanlar kalacak, uygun olmayanlar gidecek, eskiler gidecek, eskiler gidemiyorsa, onları daha az çalıştıran bir sistem olacak. Yani insan da en komplike versiyon olarak mecburen bu pazarlığı doğayla yapmak zorunda. O yüzden doğa sana diyor ki; özellikle de bu reprodüksiyon üreme bittiğinde, sen genine aktarmak için, üreme kabiliyetini azaltan hücreye, benim seninle işim bitmiştir, ama birlikte asıl yaşamı sürdürebiliriz? Ben sana biraz yaşlanma verirsem, orta yerde buluşarak bir yaşlanma programında gidebiliriz. Mesela karaciğerine bakıyorsun orada bir yaşlanma var hücreye giriyorsun genim mi yaşlandı, telomerlerim mi kısaldı, mitokondrilerim mi bozuldu? Bu hücresel yaşlanma, yıpranma süreçlerinden hangi organlar yoğun olarak etkilendi, kemiklerim mi bozuldu, hücreler arasında iletişimi bozuldu, bir sürü başlık sıralayabiliriz, ama temelde aslında konu hep harmonik düzen içinde olmaktan, uyumlu olmaktan, daha kaotik bir bozunuma doğru gidiyor ve o kaotiklikte de sistem çökünce zaten ölürsün . Yani doğa, doğum ve ölüm arasında bir nevi iyi ile kötü arasında, tam iyi değil ama tam da kötü değil, bu arada kalmaya razı mısın diyor, bu yıpranma pahasına yaşamak (yaşlanmak) oluyor. Gerçekten yaşlılık aslında bir tür zombilik şeklinde geliyor zombi ne öldü ne kaldı, hani kötü araf'ta gibi düşünmek lazım. Yaşlı hücrenin aslında adı zombileşmiş hücre... Böyle bir hücre işe yaramaz hücreleri yok eden otofaji programına alınıyor, ama kök hücre üretme yeteneği yoksa, bu hücrenin yerine sağlıklı yeni bir hücre konamayacağı için, bu yıpranmış verimsiz çalışan hücre devam ediyor. Bazen bu tür yıpranmış yada yaşlanmış olan bir hücrenin ölümsüzlük programının devreye girmesiyle kanserleşmesi söz konusu olabiliyor. Ölümsüzlük programındaki en büyük tehlike işte bu kanserleşme riski. Bu çok iyi kontrol altında olmalı. Yaşlı hücreler işlerini doğru yapmıyorlarsa otofaji programıyla ölüyorlardı ve bunların kanserleşme riski önlenmiş oluyordu. Doğa kök hücreler bitince yaşlı hücrelerle yaşamı sürdürme konusunda bizimle bir pazarlık yapmış oluyor ama yaşlılıkta daha fazla daha çok kronikleşmiş hastalıklarla baş edememe ve kanserleşme riski de var..

Yaşlılık bulaşıcıdır, başka bir kişiye değil, fakat kendi vücut yapısındaki bir hücreden, diğer hücreye yaşlandıran yıkıcı olan süreçler etkili olacak şekilde, bulaşıcı bir şekilde yayılıyor. Yıpranan (yaşlanan) bir hücre, sağlıksız olduğunu bir sinyalle ifade ediyor, stokinler salgılıyor. Sitokinler dışarıya çıktığında diğer hücreleri de etkiliyor sitokinler inflamasyon reaksiyonu başlatınca bölgeye, temizlikçi, yiyici kan hücreleri geliyor yok edilmesi gereken hücreyle birlikte sitokinlerin etki alanında kalan diğer daha az yıpranmış yada daha sağlıklı olan hücreleri de yok ediyor. yaşlılık bu yüzden bulaşıcı, bir tane de kalsa, daha yavaş olacak o iş, ama biri olduğunda o inflamasyon ufaktan sağa sola yayıldığı için, diğerlerini havuzun içine çekiyor dolayısıyla yaşlılık bulaşıcı olmuş oluyor. Yani bir yerde yıkım başladıktan sonra bu yıkım yayılıyor. Bu süreç 40 lı yaşlarda başlıyor 50, 60 lı yaşlarda ve daha sonra artarak katlanarak ilerliyor. İnsan 70 - 80 olduğunda artık bir sürü hastalık geliyor Zombileşmiş bir hücreyi yeniden çalışmaya sağlıklı olmaya teşvik edebilirmiyiz? Bu epigenetiğin konusu:: Vücudun içindeki bir işleyişin dışarıdan manipüle edilmesi daha sağlıklı bir programın yaşamda devreye konulması konusu... Doğru besinlerle doğru beslenmeyle sindirim olayının iyi yapılmasıyla, düzenli uyku, düzenli hareketle epigenetik olarak daha sağlıklı bir programla kötü işleyen gen yapıları bile baskılanır daha olumlu iş yapan genler yeniden aktive olur.

Yıpranma süreci daha asidik bir biyokimya ortamında hızlanır sonra inflamasyon süreçleri artar, yaşlılığın nedenleri çok başlık altında anlatılır, ama önce vücudun alkalizasyonu (alkali besinler, asidik olanlardan uzak durmak) , inflamasyon süreçlerini kontrol altında tutmak, serbest radikal hasarlarını azaltan anti oksidanlar, kök hücre üretimini teşvik eden bitkisel bileşenler, metabolitler, adaptojenler ile daha az yıpranarak yaş almak, daha sağlıklı ve daha uzun bir ömür mümkün elbet...